Ads 468x60px

.

Pages

26 Nisan 2012

District 9 (2009)


Uzun zamandır hakkında yazmak istediğim ve çeşitli sebeplerden ertelediğim bir film District 9. İzlediğim en iyi filmlerden biri olmasının yanısıra bir sitede okuduğum üzere "ayakları yere en sağlam basan uzaylı filmi" aslında.

Film, röportaj sahneleri, çekimler, diyaloglar ile belgesel havasında başlıyor. Bu kısım öyle güzel işleniyor ki, bir sürü olay olup bitmiş, 20 yıl geçmiş ve siz bunları sadece 10 dakika içinde yaşayıp kavrayabiliyorsunuz. Hatta kişilerin yorumları ile meraklanıyorsunuz. Alışılmamış tarzı biraz kafa karıştırabiliyor. Bu süreci atlatırsanız filmin lezzeti artıyor.

Yönetmen aynı zamanda, belgesele konu olan karakterlerin dünyasını da yansıtarak bakış açınızı genişletiyor. Aynı anda iki açı ile izliyorsunuz filmi. Belgeselde size verilen görüntü ve bilgilerle  ve karakterlerin asıl yaşadıkları ile. Bu haliyle medyaya, ülkeler arası politikalara vs. bir çok gönderme de içeriyor haliyle. Ama film, göründüğünden çok çok daha derin aslında. Hani uzay filmlerinin, ülkeye uzaylılar gelir > savaş başlar > kahramanlar çıkar > uzaylılar yenilir > dünya kurtulur  klişesi var ya, işte bu filmde bunlardan eser yok.  Peki ne var bu filmde?

Filmde "ötekileştirme" ve "değişim" kavramları irdeleniyor. Film başlarda uzaylıların barındıkları yerler ve yaşama şekilleri olarak itici bir tablo koyuyor ortaya. Yüzeysel bakıp uzaylılara "tü, kaka" diyoruz. Tarafımızı seçiyoruz. Kahrolsun uzaylılar...

İlerleyen zamanda, başrol oyuncumuzun uzaylıların tarafına geçmesi ile bizim de ön yargılarımız yavaş yavaş yıkılıyor. Bu kısımda filmde, Kafka'nın "Değişim" eserine göndermeler yapılıyor. Zor şartların karakterler üzerindeki etkilerinden bahsediliyor. Siz de oyuncu ile birlikte yavaş yavaş değişiyor, farklılaşıyorsunuz. Filmin sonuna doğru tamamen taraf değiştirmiş oluyorsunuz. Kahrolsun dünyalılar...

Tabi filmin daha derin olan "ötekileştirme" irdelemesi için Güney Afrika tarihini bilmek gerekiyor. Günümüz apolitik gençleri aksiyon için bu filme gittilerse, yaşadıkları hayal kırıklığını düşünemiyorum. Çünkü aslında yaşanılan mekanlar gerçek. Bir zamanlar orada zencilerin yaşadığı, benzer muamelelerle karşılaştıkları gerçeklerini biliyorsanız film sizin için çok başka oluyor. Biraz da yönetmenin yani Neil blompkamp'ın biyografisini okuyunca herşey hoooppp diye oturuyor yerine. Vayy be diyorsunuz.

Görsellikte, efektlerde ve çekimlerde de hiçbir eksiği yokken, bir de bu kadar derin mevzuları içerince gerçekten harika bir film çıkıyor ortaya.

Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olması da benim açımdan sürpriz oldu. İlk filmde bu kadar çıtayı yükseltmek hem takdir edilesi hem de korkutucu. Genç yaşta olmasına rağmen, cesur ve derin bir işe el atmayı başarmış. Meraklılarına kısa filmlerini de öneririm. Kısa filmlerinde de benzer kavramlar üzerinde duruyor. Yaşadığı çocukluğu fazlası ile dışa vuruyor. Bu da onu bir yerde gerçek sanatçı yapıyor. Tabi ki biz "sinema sanattır" şeklinde düşünenler için.

Oyunculuklara gelince, başrol oyuncusu Sharlto Copley gerçekten çok iyi iş çıkarıyor. İstiyorum ki başka film yapmasın, biz onu hep bu mükemmel performansı ile bilelim, hatırlayalım. Böyle de bencilim işte. Aynı şeyi yönetmeni için de düşünüyorum ama o kadar acımasız olmayayım, insanlığın ne suçu var. Bu adam daha çok güzel işler yapacak.

Özetle bu filmi izleyin... :)

Tüm bunlar için aşağıdaki linkte bazı ipuçları bulabilirsiniz.

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...